Bisikletler Şehri: Amsterdam

Amsterdam: Bisikletler Sehri


Bisikletler Şehri: Amsterdam

Sürprizlerle Dolu, Bisikletler Şehri: Amsterdam

Amsterdam’i anlatirken soze nerden baslamak gerek bilemiyorum. Sehrin sokaklarinda, caddelerinde atilan her adim sanki yeni maceralara acilan kapilara daha da bir yaklastiriyor. Sanki sehir canli, yasiyor, nefes aliyor ve devamli adim atanlari gozetliyor. Bu ne rahatsiz edici ne de urkutucu, tam tersi sehir boylelikle senden biri oluveriyor. En yakin arkadasin, sigindigin evin, yatip uyudugun yatagin… Sehrin oyle buyuk kollari var ki herkese herseye sarilabilmeye yetiyor. Sehir icindekileri benimsiyor, kimse kendini yabanci hissetmesin istiyor. Sehrin oyle kocaman bir kalbi varki, durmaksizin estirdigi ayazin icerisinde simsicak sarmaliyor, isitiyor, sevindiriyor.
Iste bu Amsterdam sehrinin buyusu. Insan kopup baska yerlere gitmek istemiyor. Tabi sadece bu yonu degil sehri cazip kilan tek sey. Nerden baslasam, nasil anlatsam.. Sanirim en guzeli en basindan baslamak.

Istanbul’dan Amsterdam’a havada gecen 3,5 saat sonra variliyor. Ucaktan iner inmez kendinizi kocaman bir hava alaninda buluyorsunuz. Sehre daha once hic gelmemis biri olarak, merkeze nasil inilecegini bulmak hic zor degil. Her seyin kendine gore bir duzeni var ve sehre her yeni adim atan kiside bu duzene uyup, kapilip gidiyor. 20 dakikalik bir tren yolculugu ardindan, sehrin tam gobegine inmis oluyorsunuz. Ve iste karsinizda o eski tarih filmlerinden bir kare, sagda solda eski kocaman binalar. Her birinin, her santimi o kadar guzel islenmis ki, seyre dalmamak mumkun degil.

Amsterdam sehrinde etrafiniza bakindiginiz zaman, karsilastiginiz insan cesitliligi karsisinda gorduklerinize inanamayacaksiniz. John Lennon’in hayalinin can buldugunu dusuneceksiniz: “Imagine all the people sharing all the world”. Sanki Amsterdam sehri dunyanin ta kendisi ve tum insanlar beraber baris icinde ve birbirlerinin neye benzedigine, ne yaptigina, nasil konustuguna ya da neye inandigina aldiris etmeden yasayip gidiyorlar. Nerdeyse cogu etnik koken ya da din tutucu olduklari seks, uyusturucu, alkol, cinsiyet secimi gibi konularda farkli boyutlarda kati bir sekilde karsit egilim gosterirken, Amsterdam insanlari diger her konuda oldugu gibi bu konularda da birbirini rahat birakmis durumda. Bunun gostergeleri de sehrin ana caddesi Dam Street’te yer alan seks muzesi ve merkezin bir kac paralellindeki sokaklarda yerlesmis olan ‘Red Light District’ ( yani kirmizi isik bolgesi)

Red Light District, sadece aksamlari acik olan ve yan yana cam vitrinler arkasinda bolmelere ayrilmis odalarda duran farkli gorunumde bir suru kadinin, en acik soylemi ile kendilerini pazarlama calistiklari bir kac sokak. Isin en tuhaf tarafi da, bu cadde sadece bu olanaktan yararlanmak isteyen musterilere degil, kucuk buyuk tum turistlere ya da yerel halka acik. Herkes ister tek basina, ister ailesi ile, ister arkadaslari ile bu sokaklari arsinliyor ve bazen utanc, bazen hayret bazen de cekingenlik hissediyor. Dukkanlardan suzulen kirmizi isiklar, sokaklarda yanan sari isiklar birbirine karisiyor ve tam da ortama uygun bir ambiyans yaratiyor.

Sabah ayri, aksam ayri guzel Amsterdam. Muzeleri ve her birinin kendi icinde ayri bir tasarimi olan binalari, kanallar uzerinde yer alan kopruleri, kanal evleri diye adlandirilan eski teknelerden yapilmis evleri, insandan cok olan bisikletleri, coffeeshoplari ile Amsterdam insanda baska yerde tadamayacagi duygular ve anlar yasatiyor. Kanal evlerini mutlaka gormek gerek ornegin. Daha onceden deniz tasimaciliginda kullanilan tekneler artik odalari, banyosu, mutfagi ve hatta zaman zaman bahcesi olan kucuk daireler haline gelmis. Bazilarinin mimarisi o kadar ozenli yapilmiski, insanda hayranlik uyandiriyor. Tabi tekneler ve botlar sadece ev olarak kullanilmiyor. Ayni zamanda turistlere kanallarda hayal gibi bir geziye cikma sansi veriyor. Ozellikle aksam hava karardiktan sonra yapilan bir kanal gezisinde, sokak lambalari ve kanal isiklari ile aydinlanmis evler, muzeler, kiliseler ve sokaklar sanki bir hayal dunyasi yaratiyor. Sehirde bulunan yuzlerce kopru ile birbirine birlestirilmis sokaklarin ortasindan gecen kanallarda tekne ile dolasmak insana bir peri masalinin kahramaniymis gibi hissettiriyor. Kanallarla ve koprulerle cevrili bu sehrin efsunu o kadar kuvvetli ki hayatin tum zorluklarini unutturuveriyor insana, dinlendiriyor ve sakinlestiriyor.

Her daim esintili olan ve serin olan bu sehirde hem gunduz hem gece bu goruntuler insanin icini isitiyor. Sokaklardaki rengarenk bisikletler sehrin ozgurlugunu haykiriyor sanki. Coffee shop’lar ise Amsterdam’a gelen turistler icin vazgecilmez bir eglence kaynagi. Bir suru cesit ot turistlerin huzuruna sunuluyor ve nerdeyse dunyada tum ulkelerde yasak olan bu dumanli keyif, bu ulkede serbest olarak hizmete sunuluyor. Tabi sinirlari var ama en azindan yasak arzu dogurmuyor. Insanlar keyif icin, eglenmek icin, beraber vakit gecirmek icin bir arac olarak kullaniyor. Bu tabi en turistik tabiri :)

Amsterdam’a gidi, dunyaca meshur peynirlerinden bahsetmek olmaz bence. Nasil bizde baklava, lokum, turk kahvesi gibi lezzetler meshur ise, Hollanda’nin da laleleri ve peynirleri meshur. Rengarenk laleler sokak baslarinda yerlerini almis ve civil civil bir goruntu sergilemekte, fakat ne yazik ki insanin en temel ihtiyaci olan yeme ihtiyacina hitap etmemekte. Bu sebeple, peynirlerden bahsetmeye devam etmek istiyorum. Amsterdam sokaklarinda sadece peynir satilan ozel dukkanlar var. Bunlar daha cok turistik olsa da, sehri tamamliyor. Bu dukkanlara girerek sunulan peynirlerin tadina bakmak serbest. Nerdeyse her peynir cesidi onune bir kasede sunulan bu lezzetlerden ben en cok pestolu olani ve yillanmis gouda’lari begendim. Hatta o kadar begendim ki bavuluma koyup Istanbul’a getirdim. Ozellikle yaninda guzel bir sarapla bu peynirlerin tadina doyum olmuyor. Peynir tuketimi ile ilgili Amsterdam’da ogrendigim bir seyde peynirlerin hardal ile yenmesi. Ozellikle de balli hardal ya da bazi otlarin katildigi hardal cesitleri ile. Peynir ile hardalin bu kadar birbirine yakismasi hayret verici. Denemeye deger..

Diger bir Amsterdam lezzeti ise elmali tart. Bildigimiz tartlara benzemeyen, istege bagli yaninda koca bir krema (whipped cream) ile sunulan, enfes bir tatli. Arastirmalarimiza gore icindeki harca normalde bildigimiz elmali tartta bulunmayan baharatlar ve konyak katiliyor. Tam tarifi uzerinde calismalarimiz devam ettigi ve henuz tam anlami ile yemege hazir bir sunum gerceklestiremedigimiz icin detaylari su an paylasamiyorum :) Eger bir gun Amsterdam’a yolunuz duserse elmali tartin en guzel yapildigi soylenen ve bizimde bizzat giderek sahit oldugumuz Cafe Winkel’e ugramanizi tavsiye ederiz. Pisman olmayacaksiniz..

Iste bizim Amsterdam gezimizin ozeti. Aslinda bu sehir hakkinda soylenecek, anlatilacak o kadar cok sey varki bence yaz yaz bitmez. O yuzden en cok aklimizda kalanlardan, bizi etkileyenlerden bahsetmek istedim…

Umarim bir gun mutlaka yolunuz Amsterdam’a duser….

  • mustafa fındıkkaya

    eh senin bu yazından sonra yolumuzun düşmesi kaçınılmaz hale geldi sevgili gülru..

  • şenay fındıkkaya

    siz böyle yazdıkça bizim de gidesimiz geliyor sevgili gülru ihmal etmeyin aman yazmaya devam edin…